O Tokat Kime Atıldı?

O Tokat Kime Atıldı?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik alçak bir saldırıya tanık olduk.
Bu saldırı hepimize yapılmıştır. Lanetliyorum!

Hangi görüş, fikir yahut zeminde olursa olsun, bu saldırıyı “siyasete, konuşmaya, demokrasiye” karşı bir saldırı olarak görmek, şahsiyet ve ahlakın zaruretidir.

Elbette bir kısım “hükümet yancısı” yazmanların (gazeteci demek mesleğe küfürdür) hadiseye “oh olsun” mealinde, birtakım “muhalif” yazışmaların ise “beter ol” gafletiyle müteşekkil sözleri; bu alçak saldırı kadar ağır, acı ve her birimizin cemalinde patlamış şamarlar olarak görülmelidir.

Bir insana —bırakınız bir parti lideri olmasını— bir vatandaşa böyle bir şeyin reva olduğunu ima dahi etmenin, siyasetle ilgisi nasıl olabilir?

Ancak duruş ve görüşleri ile farklı; bu hadisede aynı yerde duranlara da “selam olsun” demek boynumuzun borcudur.

 

CHP sadece bir siyasi parti değildir.
Bir siyasi parti olmakla beraber, bir kadim kurumdur.
Yani siyasi parti gibi bir dönemin doğasıyla değil; her dönemin doğasında kendisini sürdürmüş, 100 yılı aşan bir müessesedir.

Ve böyle müesseselerin başına gelen kimseler, bu müesseselerin tüm yükünü, geçmiş ve geleceğini kendi heybesine alır.

Bu nedenle CHP liderliği, korkudan ve kaygıdan asla nasip alamaz. Bu sebeple, nasıl Kılıçdaroğlu Çubuk sonrası doğru durmuş ise, Özgür Bey de saldırı sonrası fevkalade doğru, uygun ve devlet adamlığına yakışır durmuş; açıklamasında bunu göstermiştir.

Bu sebeple, kendisini tebrik ettiğimi ifade etmem şarttır.
Olgunluk, liderlik için bir hayatiyettir.
Böyle anlarda, CHP liderliği olgun ve makul durmuştur.
Bu geleneğin devam ettiğini görmek; huzur vericidir.

 

Bu husus, müşterek bir standart olmalıdır.
Siyasetin dilinde; “telef, yok etme, bitirme, imha etme, yıkma, yakma, ezme” olmaz. Olamaz. Olmamalıdır!
Bu sözler devlet adamlığına yakışmaz.
Devlet, bu sözlerden uzaktır; uzak olmalıdır.
Ve bu sözlere cevaben benzerleriyle söz etmek; marifet değil, o sözü meşrulaştırmaktır.

Bu sebeple bize düşen; bu tür sözlere cevap vermek değil, anlam verememe duygusunu yaygınlaştırmak; böylece söyleyeni caydırmak olmalıdır.

Ve elbette, siyasette rekabet için anayasal kurallar içinde her yöntem mümkün iken; asla olmaması gereken bazı hususlar da vardır.
Acaba bizde o hususlar var mıdır?

 

Sayın Bahçeli hastalandığında “gebersin” demek, herkesçe ayıp olmalıdır.
Yahut Demirtaş tutuklandığında “beter ol” demek, herkesçe ayıp olmalıdır.
Tayyip Bey hastalanınca “ölsün” demek, Özdağ tutuklandığında, İmamoğlu’nun evi basıldığında ya da bir başka siyasinin ailesi ve çocukları rahatsız edildiğinde de yine aynı dili söylemek gerekir.

Bu sözümden bir siyasinin yargılanamayacağı manası çıkmasın.
Elbette siyasiler yargılanır.
Lakin, tutukluluk, ailelerin iffetini huzursuz eden işler, linç teşebbüsleri; yargılama değildir.

Özgür Bey’e atılan tokat,
Devlet Bey’e “hasta iken” edilen beddua,
Demirtaş’a yöneltilen haksız tutuklama,
Tayyip Erdoğan’a “darbe ile indirme” çağrıları,
Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk…

Tüm bunlar aynı kötülüğün; sadece farklı enstrümanlarla çalınmış versiyonları değil midir?

 

Bunu elbette anlamak istemeyen dostlar olacaktır.
Hiç mesele değildir.
Bizim meselemiz anlatmak değildir.
Bu, bir hakikatle meşguliyettir.
Anlama, kişiye özgüdür.

Ancak eğer açmamız gerekirse, şu misali getirmek gerekir:

Dostlarınıza benzerseniz, onlar artık sizde bir anlam üretmez.
Birbirimizi tekrarlamaya başlarız.
Dolayısıyla, dostsuz kalmak muhtemeldir.

Düşmana benzersek, kendimizin düşmanı oluruz.
Kendisine düşman olan; başkasına dost olabilir mi?

Yani bir kimse; kendisine yapılanları, kendisinden olmayana yapmakta ise…
Yani düşmanlarına benzemişse ve bu sebeple kendisine düşmanlaşma üzereyse…
Başkalarına, insanlara, halka, millete nasıl dost olabilir?

Bu sözüm, bir siyasi kişiliğe yönelik değildir.
Herkese yöneliktir.

Güneş; hangimize daha fazla ışımaktadır?
Yağmur, kime daha bol yağar?
Bir elma ağacı; kime armut verir?
Bizi birbirimize üstün kılan ne olabilir ki, birbirimize karşı bu temel üzere bakmak doğamıza dönüşmüştür?

Üstünlüğü, yüksekliği sabitlemiş bir kişi empati yapamaz.
Ancak “yazık oldu” misalinden bir “vah vah” eder.
Lakin “insanda tezahür eden her ŞEY ve OLUŞ Hakk üzeredir, bu sebeple üstünlük nefsimdendir” demek ile her tokat sizin yüzünüze çarpar!

Bizce empati bu olabilir.
Sırrı Süreyya gittiğinde bir gözyaşıdır.
Bahçeli’nin en dar anında, ona edilen bedduayı kendine edilmiş gibi hissetmektir.
15 Temmuz gecesi, Erdoğan’ı devirmek için darbeye girişenlere —Erdoğancı ol yahut olma— direnebilmektir.
Demirtaş haksızca hapse girince, oraya girmek;
Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğu, kendi alnında hissetmektir.

Ve tüm bunları, bir görüş mensubiyetine rağmen açıkça, dürüstçe, şeffafça bilebilmektir.

Buna biz ‘Kâmil Nefs’ deriz.
Ve siyasetin en çok; buna ihtiyacı vardır.

 

Elbette bu kemâl meselesi, hadiselere karşı geliştirilmesi gereken tavrı boğmamalıdır.
Böyle saldırılara karşı, millete tezahür edecek duygu dikkate alınarak durulması lazımdır.
Bir siyasi örgüt, liderine tokat attırmamalıdır.
Devlet, siyasi liderlere atılan tokadı, siyasete atılan tokat olarak görmek zorundadır!

Muhalefet liderine atılan tokata susarsanız, iktidara tokat atma cüretini üretirsiniz!
Ve tüm faşist darbeler, siyaseti tokatlamıştır!

İşte bu sebeple, o tokat; Özgür Özel’in şahsında, tüm siyasete atılmıştır!

Özgür Bey’e ve tüm siyaset camiamıza geçmiş olsun.

Benzer Haberler