CHP Mİ? SHP Mİ?
Gece saat 2 suları telefonum acı acı çalıyor. Gece telefonları pek hayra alamet değildir. Arayan, İzmir CHP İl Yöneticisi.
- Buyur başkanım, kötü bir şey yoktur inşallah.
- Yok yok, sakin ol. Bizim genel başkan ayakkabı ve eşofmanlarını Ankara'da unutmuş. Biliyorsun, genel başkan sabah yürüyüşü yapmadan güne başlamaz. Saat 5-6 gibi Kordon'da yürüyecek acilen bulmamız lazım. Sen çözersin bu işi.
Ayakkabı numarası, eşofman bedenini, ve markasını not ettim. Gece yarısı sokaklara düştüm. Zar zor da olsa sabah 5'te elimde spor ayakkabı ve eşofmanla İzmir Hilton lobisinde soluğu aldım. Resepsiyona teslim ettim.
(İzmir'de CHP emektarı bir esnafın bana anlattığı bir anısı)
Bugün olduğu gibi, o gün de ekonomik sıkıntılar, siyasi çalkantılar, terör, işsizlik had safhadaydı.
O gün şöyle düşünmüştüm: Türkiye'de iktidar olmayı hedefleyen bir parti lideri, memleketin bu kadar sorunu var olduğu halde, bu düzensiz gidişatta bu kadar düzenli rafine alışkanlıklara sahip olması tuhaf değil miydi?
Ne olurdu yani bir gün de yürümese? Kordon'da jogging keyfi yapmasa,
İşte bütün mesele de o keyifte zaten.
Onun keyfi hep yerindeydi.
“%20 bandında sıkıştınız, bu oranlarla nasıl iktidar olacaksınız?” diye soran gazetecilere:
“Mesele sadece iktidar olmak değil, biz bir görevi yerine getiriyoruz.” diyordu.
Neydi o görev?
İktidara Cumhuriyet ilkelerini hatırlatmak görevi!
Zaten öyle de oldu. İktidar olmaktan ziyade
“hatırlatıcı” görevini, ölümüne kadar keyifle! yerine getirdi Deniz Baykal.
ÖRNEK SOSYALDEMOKRAT SİYASETÇİ
YÖK’ün baskılarını protesto amaçlı üniversite öğretim üyeliğinden istifa etti. Halkçı Parti’ye katıldı. Necdet Calp’ten sonra Halkçı Parti'nin genel başkanı oldu.
SODEP ile Halkçı Parti birleşmesiyle Sosyaldemokrat Halkçı Parti kuruldu ve Erdal İnönü genel başkan, o da yardımcısı oldu. Sonrasında, 1991 yılı koalisyon hükümetinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevinde de bulundu.
Amansız bir hastalığa yakalandı.
Hiç unutmam, hastanede kendisini ziyarete gelen gazetecilerin “Nasılsınız?” sorusuna:
“Hastane koşullarım çok iyi. Doktorlarımız, hastane personeli elinden geleni yapıyorlar. Tek endişem şudur ki, ben bu kadar iyi koşullarda tedavi görebiliyorum. Benim gibi olan yurttaşlarımız da benim gibi hizmet alabiliyor mu? Sürekli bunu
düşünüyorum.” demişti.
O kadar duyarlı, naif ve ilkeli bir insandı Aydın Güven Gürkan.
Sosyaldemokrat bir insan ve bir siyasetçi tarifinin tam karşılığıydı.
HP, SODEP, SHP diyebiliriz ki, Türkiye'de evrensel çizgide bir sosyaldemokrat parti olmaya en çok yaklaşmış partilere ve döneme tekabül eder.
CHP’nin YAPISAL SORUNU
Yeni Türkiye’nin kuruluş sürecine bir ideoloji denemese de, bir kalkınma programı olan “Kemalizm” ile ve onun siyasi parti programına uyarlanmış hali olarak Cumhuriyet Halk Fırkası kuruldu.
Ve o günlerin siyasi modası, özellikle tüm Avrupa’yı saran milliyetçi diktatörlüklerdi. Ulus-devlet yapılanması, ülkelerin teşkilatlanmasının ana karakteristiğiydi.
İşte böyle bir siyasi iklimde genç Türkiye Cumhuriyeti'nin etkilenmemesi olanaksızdı.
Otoriter özelliğinden öte, daha çok totaliter
özellikler taşımaktaydı. Yani insanı kontrol etmek ve sınırları çizmekten öte, insanı rejimin yeni kodlarına uygun dönüştürmeyi esas almıştı. Anadolu insanından yeni bir ulus inşa etmek gibi bir fikri esas alıyordu.
Ne derece başarılı oldu? Doğru muydu, yanlış mıydı?
Anadolu insanının hafızasını formatlamak kalıcı bir başarı getirir miydi?
Yoksa bugün emareleri görüldüğü şekilde, her şey aslına er veya geç rücu mu ederdi?
Bu tartışmalar hiç bitmeyecektir.
Sağlıklı bir demokraside sağ/sol partilerin denge içinde olması ve rekabeti olmazsa olmazıdır.
Peki Türkiye’de gerçek manada merkez sol bir parti var oldu mu? ne derece soldu?
Aslında CHP, HP, SODEP, SHP merkez sol tanımlaması altında sayılıyor ise de, bu partilerde uç veren temelde iki hizip hep yarış halindedir: Ulusalcı ve Sosyaldemokrat iki ana hizip.
Kimi zaman ulusalcılar, kimi zaman sosyaldemokratlar partiye hâkim oldu.
Oy oranlarından görüleceği üzere, parti sosyaldemokrat politikalar uygulandığında oy oranı yükseliyor. Ulusalcı kanat hâkim olduğunda ise en fazla %20’ye demir atıyor.
Zoraki evlilik gibi yürüyen bu ilişki, iki tarafın da birbirlerini siyaseten aldatması ile on yıllardır süregidiyor.
DEM Parti ile ilişkileri ulusalcı kanat görmezden geliyor; Tanju Özcan'ın da bozkurt işareti heykeli dikmesini sosyaldemokrat kanat.
Ancak 38. Kurultay süreci öncesi ve sonrası ile yaşananlar… “Atatürk’ün koltuğudur o makam.” diyenlerin, Atatürk’ün koltuğunda oturan kişiye zoom toplantıları ihaneti derin bir yarılma ortaya çıkarmıştır.
Kurultay sonrası zafer edasıyla Kılıçdaroğlu ve temsil ettiği değerlere ağır hakaretler edilmesi, partinin ana
omurgasını oluşturan kesimlerde kızgınlığa sebep olmuştur.
Recep Tayyip Erdoğan da Erbakan’dan ayrılmadı mı? Alegori yapanlar oldu.
Erdoğan ve bir grup arkadaşı “ak saçlılar” dedikleri, partinin yaşça da büyükleriyle fikir ayrılıklarına düştüler. Lakin hocalarına pusu kurmadılar, aktif görevdeyken gizli toplantılar yapmadılar. AK Parti’yi kurup dürüstçe bir yürüyüş başlattılar.
Kim ne derse desin, 38. Kurultay süreci travması atlatılamamıştır. Atlatılacak gibi de görünmüyor. Hergün yeni bir itiraf yeni bir belge yeni bir vicdan muhasebesi olarak ortaya çıkıyor. Şuyu vukuundan beter bir durum. Neresinden bakılsa utanç verici. İşkence tezgahlarında, tabutluklarda ser verip sır vermeyenlerin mirası parti neler ile gündemde?
Bir gariplikte bunca etik, ahlak ve ideolojik savrulma içinde olanların, kendilerini özeleştiriye tabi tutmak yerine Kılıçdaroğlu'nu hedefe koymaları ayrı bir
garabet.
Önce kendinize kızmalısınız. Ağzınızdan düşürmediğiniz ve sonuna kadar istismar ve her türlü kirliliği örtmek için sığındığınız "Atatürk’ün partisi"ni düşürdüğünüz hal için başınızı öne eğmelisiniz.
38. Kurultay temeli çürük bina gibi, üst katlarını istediğiniz kadar janjanlı süsleyin, temelde sorun olduğu için ayakta durması imkansıza yakındır.
Ayrıca hukuki süreci devam eden 38. Kurultayın butlan/mutlak butlan yani yok hükmüne geçmesi durumuna karşı şimdiden, butlan kararını verebilecek olan hukuki/siyasi iradeye itiraz edeceklerine, Kılıçdaroğlu'nun ekranlarda "Saraçhane bülleri" tayfası ile adeta tehdit edilmesini hep beraber izliyoruz.
Genel merkezi boşaltmayacaklarmış, gençlik kolları barikat kurup direnecekmiş, akla zarar senaryolar.
Bir kere Kılıçdaroğlu asildir, bilgedir,
incinsen de incitme düsturunun devamıdır.
Hiç korkmaya çekinmeye gerek yok, Kılıçdaroğlu feraset sahibidir.
O ne yapacağını çok iyi bilir. O gemiyi illa ki o güvenli limana güven ve huzur içinde götürür.
Mevcut yönetimin medya ulakları bir ihtimali biraz da aba altından sopa/parti gösteriyor. Kılıçdaroğlu genel merkeze oturursa yeni parti kurarlarmış!
Belki de hayırlısı ve olması gereken ve demokrasimiz için de müspet bir vaka olabilir.
Zira, Ulusalcı/sosyaldemokrat bu zoraki evliliğin bitmesi, Türkiye'nin evrensel manada normlarda sosyaldemokrat bir partiye kavuşması demokrasimiz açısından da yeni ufuklar açacaktır.
Şunu da belirtmek gerekir ki Türkiye'de ulusalcı bir parti de gereklidir.
Bu iki fikir, ayrı dünyaların insanlarına aittir.
CHP keyifli, SHP dertlidir.
Tabi ben SHP diyeyim, siz evrensel manada bir sosyaldemokrat parti anlayın.
CHP Candan Erçetin, SHP Mahsuni’dir.
CHP Deniz Baykal, SHP Aydın Güven Gürkan’dır.
CHP statükodur, SHP yenilikçidir.
CHP ezberdir, SHP ezberbozan.
CHP rezidanstır, SHP kooperatif.
CHP deniz kıyısı, SHP tüm Anadolu'dur.
CHP ulusalcı, SHP sosyaldemokrattır.
CHP Cumhuriyet ilkelerini, SHP evrensel ilkeleri önceler.
CHP yerel, SHP evrenseldir.
CHP katı laikliği, SHP inanç özgürlüğünü savunur.
CHP liberal açık pazarı, SHP karma ekonomiyi savunur.
CHP salon konseri, SHP halk konseridir.
CHP laik, millet, Türk der; SHP özgürlük, halk, yurttaş der.
CHP’nin ilk özelliği laiklik, SHP’nin özgürlüktür.
CHP Nur Serter, SHP Canan Kaftancıoğlu'dur.
CHP Canan Arıtman, SHP Gamze Akkuş İlgezdi'dir.
CHP Murat Ağırel, SHP Eren Erdem'dir.
CHP Ruhat Mengi, SHP Ayşenur Aslan'dır.
CHP Uğur Dündar, SHP Ali Kırca'dır.
CHP Cemil Tugay, SHP Tunç Soyer’dir.
CHP Tanju Özcan, SHP Vahap Seçer’dir.
CHP alakart, SHP tabldottur.
CHP viski, SHP rakıdır.
CHP beyaz yaka, SHP mavi yakadır.
CHP Emin Çölaşan, SHP Bekir Coşkun’dur.
CHP Muharrem İnce, SHP Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
CHP 10. Yıl Marşı, SHP Çav Bella’dır.
CHP nostalji, SHP ütopyadır.
CHP deniz, SHP kara manzaralıdır.
CHP Deniz'lerin idamına evet diyenler de çıkar. SHP firesiz hayır.
Şimdi koyun bu isimleri, görüşleri, fraksiyonları, tarzları, bakış açılarını bir
shaker,da sallayın bir siyasi kokteyl olur mu. Bugüne kadar olmadı, olamazda her seferinde zeytinyağı su gibi ayrılır.
En son Sırrı Süreyya Önder'in vefatına karşı tutumlar bu ayrılığı daha da net göstermiştir.
Geleceğin Cumhurbaşkanı aday adaylarından, Özgür Özel'in iki forvetinden biri, hadi geçtik DEM Parti aidiyetini, TBMM Başkan vekiline bir baş sağlığını çok görmüştür. Demek ki "doğuda bir yerde" polisin çocuklara ikram ettiği pamuk şekerin travmasından çıkamamış.
Özgür Özel'in "onu evimde yatırırım" dediği Tanju Özcan'da tabi ki taziye beklenmez de, manidar bir şekilde o da Türkçülük gününü kutladı.
Ne kadar uyumlu! Bir parti değil mi?
O meşhur şarkıdaki gibi değil mi?
Aynı çatı altında aşkımız bir yalanmış...
Tabi ki bu kadar farklılığı aynı yapı içinde tutmakta her babayiğidin harcı değildir. Bu
farklılıkları aynı bünyede uyum içinde tutmaya en çok yaklaşabilen kişi ise Kemal Kılıçdaroğlu'ydu.
Sırtındaki hançerlere rağmen, Kılıçdaroğlu'nun 48,72 oy almasının ne denli büyük bir başarı olduğunu zaman içinde daha iyi idrak edeceğiz.
Dünyada büyük bir değişim başladı. Ve çok büyük hızla yayılıyor.
Sınırların yeniden çizimeye çalışıldığı yeni bir bölüşüm dönemine girdik. Beraberinde kan, gözyaşı, açlık, yokluk, zorunlu göçler, ekonomik krizler, soykırım, çevre felaketleri, iklim krizleri, kıtlık getiriyor, getirecek.
Demem o ki çok sert, faşist bir kasırga geliyor.
Dünyada da, Türkiye'de de bu faşist dayatmalara "önce insan" diyen yapılara/partilere her zamankinden çok ihtiyaç duyulacak.
Geçmişte tadı demokratik manada damağımızda kalan,
Ve bugünlerde Türkiye'de zihinlerde, de facto kurulan, özlenen SHP'nin (temsil ettiği değerler yönüyle..,) artık sahalara inmesinin zamanı gelmedi mi?