Siyasi mirasçıları neyin peşinde!
Atatürk ve İnönü’yü devletin bir kuruşunun peşine düşüren nasıl bir inançtı?
Cumhuriyetin kurucu babalarının devletin delikli kuruşuna hassasiyetleri ne dereceydi?
Sabiha Gökçen'in “bir kuruşluk hesap” anısını bir hatırlayalım:
Kahveden sonra Atatürk soruyor:
• Hayrola İsmet? Sende bir fevkaladelik var bugün, ne oldu? Neye sinirlendin?
• Türk Hava Kurumu’nun toplantısı vardı da...
• Eee, ne olmuş varsa?
• Fuat Bey’i (THK Başkanı) epey terlettim. İstifaya falan kalktı.
• Çalışkan çocuktur Fuat, kurumu da iyi yönetiyor.
• Bunlara bir diyeceğim yok. Fakat canımı sıkan bir şey oldu.
• Neymiş o?
• Hesaplarda bir kuruş oynuyor. Bir kuruş! Daha önceki toplantıda dikkatimi çekmişti. Bu bir kuruşun nereye gittiğini öğrensinler diye talimat vermiştim. Bulamamışlar.
Fuat Bey’in hassasiyetini anlıyorum. Ama milletimiz ondan daha hassastır; verdiği paranın nereye gittiğini mutlaka bilmek ister. İstifa bu gibi hallerde en kolay çıkar yoldur. Ama kimseyi rahatlatmaz. Hatta söylentilere bile sebep olur.
Atatürk:
• Demek mesele bu bir kuruşun hesabı seni bu kadar üzdü. Haklısın İsmet. Kırk para (bir kuruş) günün birinde 40 lira, 40 lira da 400 lira olur. Bu da giderek büyür halkın ağzında. Cumhuriyet’i kurarken böyle bir kuruşlara çok ihtiyacımız oldu. Peki, ne yaptın sonunda?
İnönü:
• Memurları seferber ettim. Ve bir kuruşun yanlışlıkla başka bir hesaba geçirildiğini bulup çıkarttırdım. Bizim milletimiz
cömerttir; elindekini, avucundakini verir. Ama verdiğinin doğru, dürüst yerlere harcandığını görmek ister. Buna inanmak ister.
Bu anekdotta Atatürk ve İnönü'nün evham ettiği konu, hesap verebilmek ve halkın emanetine sahip çıkmada zaafa düşme korkusudur.
Öyle boşuna "Cumhuriyet fazilettir"demediler.
Nutuk baştan sona halkına hesap veren bir liderin ifade tutanağı gibi değil midir zaten?
Peki, ne oldu da kurucu iradesi bir kuruş için titreyen bu devlet iradesi, balye balye iç edilen paralara duyarsız hale geldi?
Sadece o mu? ya Halk?
Ferhan Şensoy'un dediği gibi:
"Bu halk işte o halk değil mi?"
Bu derece duyarsız, hesap sormayan, verdiği verginin peşine düşmeyen, vatandaş olarak alması gereken hizmeti devletten veya bir belediyeden bir hak değil de bir lütuf olduğuna inanan bir halk! Kabak gibi açık hırsızlıklara, "Onlar da yapmıyor mu?" diyerek göz yuman. Yöneticilerine "babacan adam, iyiliksever, baba adam, erkek gibi kadın, melek gibi" yakıştırmaları yapan bu halk değil mi? Halbuki bu tanımların hepsi boş! Hukuk nerede? Yetkisi nedir? Sorumluluğu nedir? Sorgulama yaptılar mı? Verdiği vergi ile aslında memurun patronu olduğunun ayırdına varmayan halk! "Benim hırsızım iyidir." diyen, bıçağın iki yüzü gibi siyasi körlükle zombileşmiş taraflar...
İktidara yakın medya İstanbul operasyonunda her gün birkaç yolsuzluk belgesi, görüntüsü ortaya koyup, karşı cenaha "Bu da mı gol değil?" diyor. Aşıklar atışması gibi mübarek! Hırsızlık atışması yapılıyor. Aynı ezberler, aynı klişe suçlamalar… Böyle mi olmalıydı?
Taraflar ahlaklarını yarıştırmalıydı.
Etik değerler el üstünde tutulmalıydı.
Hırsızlık ve yolsuzluk, bırakın suç ve ahlaksızlık olduğunu, insan onuruna yakışmadığı, insan ruhunu çürüttüğü için öncelikle karşı durulmalıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanına "Şöyle bir silkeleyin" dediği günden beri, silkeleme devam ediyor.
Silkeledikçe neler düşmüyor ki!
Anladık ki ülke olarak hep beraber silkelenmeye, arınmaya, durulmaya ihtiyacımız var.
Cumhuriyet Halk Partisi üst yönetimi ve tabanı mobilize etmek ve kitlesini zinde tutmak için eylemler yapıyor.
Taban çok da bu olaylara kafa yormasın, muhakeme yapmasın diye midir acaba?
Kurucu babaları devletin kayıp bir kuruşu için canı sıkılan bir parti ise CHP,
bu yaşananlar için her CHP'li başını iki elinin arasına alıp düşünmelidir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in,
"Operasyon yapıyorsunuz, borsa düşüyor. Avrupa inanmıyor. Sermaye dünyası inanmıyor." demesi ise ayrı bir garabettir. Bırakın hesap sorulsun! Kamu bütçesi değil mi? Demezler mi: “Abdestinizden şüpheniz mi var?” Canı cehenneme borsa düşerse düşsün! Yeter ki ahlak yere düşmesin! Devletler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çöker. Antiemperyalist CHP tabanı, sürekli emperyal ülkelere selektör yapılmasından rahatsızdır.
CHP’nin her gün "anket, anket, anket" demesi, "şu kadar, bu kadar öndeyiz" demesi şaşırtıcıdır.
Bu anketçiler değil miydi, "kola şişesinin dahi Erdoğan karşısında kazanacağını" söyleyen?
Hâlâ mı ders alınmaz?
Görünen o ki İstanbul Büyükşehir operasyonunda kırılma noktası ve önemli simgesi 10 cm'lik siyah bant olacak.
O siyah bant, kamerayı mı kapattı?
Yoksa suçluların gözüne çekilen bir bant mı olacak? Zaman gösterecek. Ama bu operasyonun simgesi olacağı tartışma götürmez. O siyah bant neleri örtmüş, zamanla göreceğiz.
Şu uğursuz söylemi geleceğimiz için terk etmeliyiz:
“Ya onlar? Onlar yapmadı mı?” Halk, AK Parti'ye yerel seçimlerde bir uyarı yaptı.
Ekonomi başta olmak üzere, muhalefetin halk üzerinde etkili olduğu bir söylem olan "beşli çete" algısında da başarılı oldu.
Mahalli idare seçimlerinde sandığa gitti ve Özgür Özel'in sonradan çıkardığı "sarı kartı" yerel seçimde zaten gösterdi.
Ancak CHP, halkın altın tepside sunduğu bu imkânı efektif kullanabildi mi?
CHP'nin yerel seçim başarısı sonrası yönetimleri şöyle olsaydı:
CHP'li belediyelerde hiçbir vurgun, yolsuzluk, usulsüzlük olmasaydı, elbette halk desteğini artırarak verirdi. Nihayetinde de ilk genel seçimde CHP iktidara gelirdi. Ancak daha 1. yılında onlarca belediyede patlayan can sıkıcı yolsuzluklar, CHP'nin tek umudunu ekonomik krize bağlamasına sebep olmuştur. Geçmişinde "İSKİ skandalı"ndan ağır bedel ödemiş bir partinin, yoğurdu üfleyerek yemesi gerekmez miydi? Jammer ve siyah bant meselesi çok dillendirilmese de CHP tabanını rahatsız etmiştir. Kılıçdaroğlu ile birlikte toplumun tüm kesimlerini birleştirici politikalar üreten, hesap soran, gündem belirleyen, proaktif siyaset yapan CHP, Kılıçdaroğlu'nun kaybettiği/kaybettirilen cumhurbanlığı seçimini, iktidarın burun farkı ile kazandığını unutmayalım.
Bugünki CHP, eski kodlarına dönmeye meyilli, ayrıştırıcı, silkelenen, hesap sorulan, gündemden uzak, reaktif bir siyaset izliyor.
Aslında herkes her şeyin farkında.
Elde tek kalan, "anketlerde öndeyiz"diyerek moralleri yüksek tutmak.
Ve en büyük argümanları maalesef:
"Onlar da yapmıyor mu?"
Hani siz dürüstçe yönetip, sonra da gelip devri sabık kabilinde hesap soracaktınız?
Demez mi seçmen?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 87 adet jammer alması, yasa dışı dinlemelere karşı Bülent Ecevit'in bakış açısını akla getirdi.
Dürüstlük denince akla ilk gelen siyasetçi Ecevit'e, "Telefonlarınız dinleniyor mu? Endişe ediyor musunuz?" diye sorulduğunda:
• “Endişem yok, ben her zaman her yerde hep inandığımı ve doğruları söylerim. O yüzden endişem olmaz.” demişti.
Açık, şeffaf, hesap verebilir, kamuoyu denetimine açık...
Ne güzel sıralıyorlar değil mi?
Görülen o ki cin şişeden çıktı.
İstanbul merkezli silkeleme devam edecek.
Artçıları da gündem olacak gibi...
Öyle bir zamandan geçiyoruz ki insanların beyninde depremler oluyor.
Doğru/yanlış iç içe.
Bugün siyaset sahnesinde hırsızlığın ve usulsüzlüğün normalleşmesi, hepimiz için büyük bir utanç kaynağı olmalıdır.
Atatürk'ün mirasına layık olmak, sadece nostaljik söylemlerle değil, aynı zamanda hesap verebilir, şeffaf ve ahlaklı bir yönetim anlayışını toplumun her kademesinde tesis etmekle mümkündür.
Siyasal kutuplaşmanın içine sıkışmış siyasi amigolar "Benim hırsızım iyidir" anlayışıyla geleceğini karartırken, ülkeyi içten içe sessizce çürümektedir. Bu siyaset anlayışı değişmelidir.
Gerçek değişim, anketlerin peşinden koşmakla değil, ahlakı siyaset üstü bir değer haline getirmekle başlayacaktır.
Cumhuriyet fazilet ise;
Bu fazileti koruyacak olan da hesap soran, sorgulayan, değerlerine sahip çıkan bir halkın varlığı ile mümkündür.
Toplumun temennisi odur ki, bu yaşananlar ülke adına açılacak beyaz bir sayfanın doğum sancıları olsun.
Umarız ki duygularda, güvende, inançlarda yaşadığımız depremler hem de İstanbul'un yüreğini ağzına getiren depremler son bulur.
Bu vesileyle İstanbul'lulara tekrar geçmiş olsun.